Bir evin içini ne aydınlatır? Lamba mı, ay mı? Yoksa bir mum mu? Aslında hiç birisi bir insanın bilgisi, bir ailenin sıcaklığı kadar aydınlatmaz. Çünkü göz neyi, nasıl görmek isterse öyle görür. Misal yıllardır beyazı siyah bilen bir insana bu beyaz desek inanır mı? Ya da zorlasak onu tehditle, zorbalıkla beyaz dese diliyle, içinden geçeni kim bilebilir Allah’ tan başka. Ne kadar inanılır sözüne…
Velhasıl karanlıksa bir evin perdeleri hiçbir ışık aydınlatmaz orayı. Tam aksine senin ışığını da soğurur sanki hiç parlamamışsın gibi, inanırsın. Cehalet, sefalet ve üşenç bir bataktır. Hiç kimse değişmez belki de bir yerde hareket yoksa ve bil ki orada istek ve heves buhar olup uçmuştur gözyaşında. Bazı yerler öyledir pınarlar kurur, sular çekilirde bir ömür damlamaz bir buluttan. Toprak kokusu uğramaz daha da. Dev bir kuraklık, koca bir sahra ve kum fırtınası. Göz gözü, kalp kalbi görmez ve bazen gören gözler kör olur. İstemeyene hiçbir şey anlatamazsın. Anlamak ciddi bir mevzu. Uçan kuşu, havlayan köpeği ve sallanan bir ağacı tüm gövdesiyle anlamak ciddi ve meşakkatli bir mevzu, erişilmesi güç bir mertebe. Sabır taşından altın bir taht; oturması öyle güç, yakışanı öyle az bu dünyada…