HUKUKÇU İÇİN BİR NİTELİK ÇIKMAZI: ADALET VE ADALETSİZLİK
Güncelleme tarihi: 31 Mar 2021
Adalet, her şeyden önce bir fikir olarak Platon tarafından kavramsal hale getirilmiş ve “her birine gerekeni, borçlu olanı verme” şeklinde ileri sürülmüştür. Genel anlamda adaletsizlik ise hak çiğneme ve hakları göz ardı etme meseleleriyle ilgilidir. Bir başka düşünür Aristoteles, adaletsizliği “yasaya aykırı davranmak ve eşitliği gözetmemek” olarak tanımlar. Aslında reddetme usulüyle kabullenme şeklini ortaya koyduğumuzda adaletsizlik üzerinden adalet tanımı yapmak çok daha kolay olacaktır. O halde adalet, kişilerin temel hak ve diğer anayasal haklarının korunması ve mevcut koşullarda gereklerinin, sürekli olarak, ülkeler ve dünya düzeyinde gerçekleştirilmesi talebidir. İşte bu talep doğrultusunda hukukçuların da meslek hayatında adalet arzusu yükselmeye başlar.
Birçok kişiye “Adalet nedir?” sorusu yöneltildiği zaman, hak kavramı üzerinden yanıt almak kuvvetle muhtemeldir. Aslında hak kavramı hatırı sayılır derecede önemli olsa da aslen ortaya çıkan husus istemdir. Kişi düzeyinde adaletsizlik, kişilerin bazı haklarının çiğnenmesine yol açan ve yaşanmasını engelleyen bir muamele biçimi olarak tanımlanır. Kişiler haksızlığa uğradıkları zaman, haklarını talep etmek için çoğu zaman hukukçulara başvurmaktadır. Ancak hukukçu, içinde yaşadığı hukuk kavramının mahiyetini bilmezse bir hukuk teknisyeni sayılacak ve dolayısıyla kişinin hak arayışı sonuçsuz kalacaktır. Hukuk kavramının mahiyeti, içinde adalet ve adaletsizliği barındırır çünkü her ne kadar teknik bilgiler hukuk fakültesinde sağlansa da hukukçu, önüne her ne anlaşmazlık gelirse gelsin aslında her defasında adaleti aradığını fark etmelidir. Yapılan kanunlar, onları sınırlayan anayasalar ve dünya genelinde bireyler arasında adaleti sağlamaya çalışan uluslararası hukuk kuralları, ne kadar adil olsa bile sadece o yasayı yapan kişilerin bakış açısına sahiptir. Bu sebeple hukuk ancak çoğunluğun menfaatini gözetebilir, her bireyin değil. Hukukçunun meslek hayatında karşılaşacağı zorlukların çoğunluğunun doğuş noktası burasıdır, ondan her adalet talebinde bulunana bunu sağlayamamak. Adaletsizlik terimi bir olguyu, bir durumu dile getirdiği için hukukçunun bu gerçekliği kolayca görmesi mümkündür ancak adalet bir ide olarak insan tasarımını, genel bir talebi veyahut üst bir ilkeyi belirttiği için neyin adil neyin adaletsiz olduğu kısmında zorlanması muhtemeldir. Aslında bir üst ilke olarak adalet; sosyal, ekonomik ve siyasal ilişkilerin düzenlenmesini belirleyen ilkeleri ve kamu alanında kişilerin göreceği muameleyle ilgili normları her tarihsel anda mevcut koşullara -insan hakları bilgisinin ışığında- bakarak türetmeyi talep eder ve bu sayede adaletsizliğin giderileceğini düşünür. Bu düşüncenin ışığı altında hukukçu aslında adaletin yalnızca kanunların uygulanmasıyla sağlanamayacağını anlar çünkü o da bir insandır, düşünen ve değerlendiren bir varlık olması sebebiyle adaletin her durumda aynı yöntemle sağlanamayacağını fark eder. Zaten birebir kanunların uygulanmasıyla adalet idesine kavuşulamaz çünkü her somut olay kendi içindeki çeşitli ölçütlere göre değerlendirilir. Örneğin; marketten açlıktan ölmek üzere olan çocuğuna mama çalan bir kadınla bunu keyfi olarak yapan birisini aynı kefede değerlendirmek adil olmayacaktır. Aslında istem olarak ele alınan adalet, toplumların ve pek tabii hukuk felsefesinin de gelişmesiyle toplumsal yaşamın vazgeçilmez unsuru haline gelmiştir. Cicero’nun da dediği gibi “Adalet hissi insanlarda doğuştan vardır.” ve yine belirttiği gibi adalet hukuk tarafından gerçekleştirilmelidir. Bu sebeple hukukçular doğuştan sahip oldukları adalet hissini, kürsüde insanları yargılarken, onlar hakkında suç duyurusunda bulunurken, belki de hayatlarını değiştirecek kararlar alırken uyandırmalı ve canlı tutabilmelidirler.
Sonuç olarak bir ide olan adalet ve bir olgu olan adaletsizlik hukukçunun meslek hayatı için önemli bir yere sahiptir. İnsan, düşünen ve felsefe yapabilen bir varlıktır. Bir ide olan adaleti yalnızca düşünerek gerçekleştirebilir. Bir hukukçu da önüne gelen davada yalnızca maddi hukuk kurallarıyla bu ideyi gerçekleştiremez. Düşünerek olayı inceler, uygun olan normu uygular ve bu aşamadan itibaren felsefe devreye girer. Ancak bu şekilde adalet, hakkaniyet sağlanmış olur. Adaletin gerçekleştirilmesinde hukuk felsefesi olmazsa olmazdır, biz hukukçulara adalet bilgisini aratır ve amacımızı hatırlatır.
KAYNAKÇA
GÜRİZ, A. (2011). Hukuk Felsefesi. Ankara: Siyasal Kitabevi
KUÇURADİ, İ. (2007). İnsan Hakları: Kavramlar ve Sorunları. Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu
ARISTOTELES. (2005) Nikomakhos’a Etik. (S. Babür, Çev.) Türkiye: BilgeSu Yayıncılık
Bu metinde Sayın Prof. Dr. Yusuf Mehmet ÖRNEK’in ders notlarından yararlanılmıştır.