top of page

JEOPOLİTİK GÖRÜŞLER TEMELİNDE TÜRKİYE'NİN YERİ

Coğrafya bir ülkenin savaş, ilhak, işgal hariç yani değişmeyen konumudur. Fakat jeopolitik ülkenin konumunun dünya politik yapısına göre bulunduğu yeri ifade etmektedir. Yani jeopolitik konum değişebilen bir değerdir.


Türkiye’nin misyonu ve akıbeti ile alakalı teorileri inceleyen bilimsel makale ve analizler jeopolitik kavramına yoğun atıfta bulunurlar. Bu verilerin ortak özelliklerine göre Türkiye’nin jeopolitik konumu oldukça yüksek öneme haiz bir potansiyeli barındırmaktadır.


Jeopolitikçiler dünya siyasetine, devletlere ve örgütlere coğrafya temelinde bakarlar. Bu çerçevede geliştirilmiş kesişim kümesinin merkezinde yer alan bölge Doğu Akdeniz’dir. Türkiye de bu coğrafyanın önemli bir parçası olarak söz konusu teoriler temelindeki bakış ve hesapların içinde yer alır. Öte yandan, coğrafyayı da ilgilendiren ancak meseleye kültür çatışmaları zaviyesinden bakan görüşler de doğrudan Türkiye’nin de içinde olduğu Doğu Akdeniz’i merkeze almak zorundadır. Çünkü dünyadan kültür çatışmasının ama başka bir açıdan bakılırsa bir araya gelmesinin en çok yaşandığı bölge Doğu Akdeniz’dir.


Bugün dünyanın kaderine hükmetmek isteyen devletler şu görüşlerin bir kısmından ilham almışlardır: Alfred Thayer Mahan ve onun Deniz Hakimiyeti teorisi, Nicholas John Spykman ve onun Kenar Kuşak teorisi, Zbingniew Brzesinski ve onun Büyük Satranç Tahtası teorisi, Samuel Huntington ve onun Medeniyetler Çatışması teorisi, Francis Fukuyama ve onun Tarihin Sonu teorisi. Şimdi bu teorilerde Türkiye’nin durumunu ayrıntılı bir şekilde ele alalım.


Mackinder´in Kara Hakimiyet Teorisinde Türkiye İç veya Kenar Hilal bölgesinde yer alır. Diğer bir ifade ile Türkiye dünya kalesine sahip olan bir milletin ilk hedef tahtası olan bölgenin orta bölümünde yer aldığından dikkat çeker. Dünyaya hakim olmak isteyen bir gücün ilk hedefi Türkiye’dir. Çünkü dünya kalesinin alınması ve yakın takibi için Türkiye jeopolitik bakımdan büyük öneme sahiptir. Öte yandan bu topraklar fiziki ve beşeri şartlar bakımdan önem taşımaktadır. Karadan , denizden ve havadan en avantajlı konum Anadolu toprakları olarak görülmektedir. Bu nedenle insanlık tarihinin en önemli toprak parçasını Türk devletinin bulunduğu Anadolu yarımadası oluşturmaktadır. Dünya ülkelerine göz atan ayrıca mevcut üstün medeniyetlerin hemen hemen birçoğunun izlerini Anadolu Yarımadasında görmek mümkündür. Bu yarımada medeniyetleri karşılama, kavuşma noktası olmuş, her yönden denizden karadan gelmek sureti ile kültür mozaiğini oluşturmuşlardır işte bu karışımı oluşturan Türkler olmuştur. Bu toprak parçasının elbette paha biçilmez bir değeri vardır. Ne demişler “ Güzelin dostu da düşmanı da çoktur.” Bu nedenle tarih boyunca Anadolu´nun dünya üzerinde dostu olduğu kadar düşmanı da çok olmuş, dün de aynı bugün de aynıdır. Bu topraklar üzerinde ne teoriler üretiliyor ? Bunun örneğini Birinci Dünya Savaşında görebiliriz. Mackinder'in Kara Hakimiyet Teorisi uygulama aşamasına konulmuştur. İkinci Dünya Savaşında Türkiye´yi savaşın ortasına çekmek istemişler bir tarafa zorlama jeopolitik konumundan dolayadır. Türkiye’nin sürekli gündemde kalmasının sebebi bu olsa gerekir.


Spykman´ın Kenar Kuşak Hakimiyet Teorisinde Türkiye Mackinder´in Kara Hakimiyet Teorisinde olduğu gibi iç veya Kenar Hilal bölgesinde yer alır. Diğer Türk ilkeleri ile birlikte düşünülürse Türk Dünyası toprakları İç veya Dış Kenar Hilal Bölgesinin büyük bir bölümünü kaplar. Spkyman´a göre Türkiye dünya kalesine sahip olmayı arzulayan bir Millet için kaleye yapılacak olan son kuşatma alanı olarak nitelendirilen bölgenin tam ortasındadır. Bu nedenle dünya hakimiyetinin yolu Türkiye´den geçmektedir.


Deniz Hakimiyet Teorisine göre Türkiye’yi iyi analiz etmek gerekir. Ana hatları ile denizlere hakim olan bir devlet dünyaya hakim olur. Teorinin temeli Osmanlı Devletinin en güçlü olduğu devrede atılmıştır. Büyük Türk Amirali Barbaros Hayrettin Paşa “ Denizlere hakim olan cihana hakim olur.” Demiştir. Bu teori Barbaros Hayrettin Paşa´dan tam 400 yıl sonra Amerika Birleşik Devletleri Deniz Akademisinden mezun olmuş Amiral Mahan tarafından geliştirilmiş ortayı atılmıştır. Mahan aynı zamanda gazetecilik de yapmış 1890 yılında yayınladığı “ Deniz Kuvvetinin Tarihe Etkisi” adlı eserinde denizin önemini açıklamıştır. Açık bir şekilde deniz hakimiyet teorisini ileri sürmüştür. Teori Mahan´ın görüşleri doğrultusunda dünyaya hakim olmanın tek şartı denizlerde güçlü olmaktır. Denizlere hakim olan bir milletin mutlaka dünyaya hakim olacağını ileri sürülmektedir. Türkiye üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkedir. Trakya ile Avrupa´ya Anadolu yarımadasının doğusu ile Asya kıtasına karadan bağlantılıdır. Kuzeyden Karadeniz, batıdan Marmara Denizi ve Adalar Denizi, güneyden Akdeniz ile çevrilidir. Bu denizler boğazlar yolu ile birbirlerine bağlantılı olup Cebelitarık Boğazı ile Atlas Okyanusu´na, Süveyş Kanalı ile Kızıldeniz ve oradan Hint Okyanusuna ötesinde Pasifik Okyanusuna kadar ulaşma imkanına sahiptir. Bilindiği gibi Türkiye Adalar Denizi´nde nefes alamaz hale gelmiştir. Türk insanı daha düne kadar bir Türk gölü olan Adalar Denizi ve Akdeniz´i doyasıya seyredemez, gezemez ve balığını avlayamaz duruma düşürülmüştür. Karadeniz ve Marmara Denizi limanlarından kalkan bir askeri gemimiz, Yunanistan´a sormadan ve bu ülkeden izin almadan Akdeniz limanlarımıza gidemez olmuştur. Çünkü burnumuzun dibindeki tüm adalar özellikle on iki adalar, Yunanistan´a bırakılmıştır.


ABD’li Amiral Mahan’ın Deniz Hakimiyeti teorisinin özü: Savaşı sınırlarından uzakta tutacaksın. (Bakınız 19.yy İngiltere ve 20 ve 21. yy ABD), dünyadaki çatışmaları yönlendirip, yöneteceksin, dünya üretim ve ticaretini kontrol altında tutacaksın, enerjiyi kontrol altında tutacaksın. Bunu da, denizlerde varlık göstererek ve denizleri kontrol ederek yapacaksın. Çünkü denizler daha iyi hareket kabiliyeti ve ulaşım sağlamaktadır. Denizler dünya rezervlerinin büyük bir bölümü ile irtibatlıdır. Denizcilik gücü, askeri kuvvetler kadar ekonomik ve politik etkinlikleri de daha kolay ve ekonomik bir biçimde dağıtabilir. Bu güçle dünyanın önemli geçit ve kanallarını ve dolayısıyla ticareti kontrol edebilirsin. Bunun için de deniz gücünü, sivil ve askeri unsurlarıyla kuvvetli hale getirecek ve öyle muhafaza edeceksin. ABD, bunu uygulamaktadır. Doğu Akdeniz başta olmak üzere dünya genelinde çatışmaları yönlendiriyor, yönetiyor. Enerjiyi kontrol altında tutuyor. İngiltere de 19. yüzyılda bu anlayışı benimsedi.


Hava Hakimiyet Teorisi´nde Türkiye eski dünya karalarının tam ortasında yer almaktadır. Bu kıtaların yüzölçümü dünya yüzölçümünün 2/3 ünü teşkil eder. Türkiye hem bu bölümün ortasında hem de hava alanlarına eşit uzaklıktadır ve diğer ülke hava alanlarına göre mesafe bakımından çok kısadır. Konum olarak hava hakimiyetinde büyük bir avantaja sahip olan Türkiye bu avantajını yeterince değerlendirememektedir. Bunun nedeni komşuları tarafından sınırlandırılmakta olmasıdır. Özellikle Yunanistan Ege Denizi üzerinde FIR hattı denilen hava sahanlığı kendisinde olduğunu ilan etti, 1952 Adalar Denizi hava sahanlığı tamamen Yunanistan´a bırakıldı. 1974 Kıbrıs Barış Harekatında Türkiye büyük sıkıntılar çekti. Daha sonraki yıllardı defalarca dile getirilen konu 1980´de her iki ülkenin karşılıklı olarak NOTAM´ın kaldırılması ile sonuçlandı. Günümüzde de her iki devletin Adalar Denizi üzerinde yapmış oldukları askeri tatbikatlarda, hava sahanlığı sorunu sık sık gündeme gelmektedir. Hava hakimiyetinin en büyük desteği olan beşeri ve ekonomik güç olarak Türkiye ne yazık ki Dünya ülkeleri arasında arzu edilen gelişmeyi tam olarak sağlayamamıştır. Bunun sağlanabilmesi için her şeyden önce tam bağımsız ve bağlantısız, bilimsel ve teknolojik yönden gelişmiş Hava Sanayisine ihtiyaç vardır. Türkiye bölgede huzur ve barışın teminatı olmak istiyorsa hava savunması ve sanayisini deniz ve karadan da destekli olarak güçlendirmelidir.


Muhafaza Doktrini ve Domino Teorisine göre Türkiye´nin konumu tartışmalıdır. Türkiye yöneticileri açısından ülkenin Avrupa Deniz Bölgesi içinde yer almış olması gerekmektedir. Avrupa Deniz Bölgesi içinde bulunan ülkelerin oluşturdukları Avrupa Birliği´nin alınmaması ve dışlanması göz önünde tutulursa Türkiye´nin yeri Ortadoğu içinde yer alır ve potansiyel kriz bölgesi sayılan Ara Bölgesi ülkesidir. Büyük güçlerin dışında kalan Ara Bölge ülkeleri içinde jeopolitik konumları, nüfus ve ekonomik durumları itibari ile dünya istikrarını etkileyebilecek potansiyele sahip olan ülkeler ise “Mihver Devlet” özelliği taşımaktadırlar. Bu özelliği taşıyan ülkelerin sayısı 10´u aşmaktadır ve Türkiye bu devletler arasında bulunmaktadır. Dünya hakimiyeti öncelikle Domino Taşları özelliği taşıyan büyük güçlerin elindedir. Bu güç merkezleri kendi aralarında anlaşarak dünya istikrarını sağlayabilirler ve dünyayı yönetebilirler.


Medeniyetler Çatışması Teorisinde Huntington yöneticileri ayrı, halkı ayrı düşünen bölünük ülkelerden bahsetmekte ve Türkiye´yi bölünük bir ülke olarak nitelemektedir. Türkiye nin geleceği hakkındaki tespiti ise “ Mekke´yi reddettikten ve ardından Brüksel tarafından reddedildikten sonra nereye bakar Türkiye ? Cevap Taşkent olabilir. Huntington teorisi “Uzak olmayan bir gelecekte, cihanşümul bir medeniyet olmayacak fakat bunun yerine, her biri başkaları ile beraber yaşamayı öğrenmek zorunda kalacak farklı medeniyetlerden mürekkep bir dünya olacaktır.” Diye bitecektir.


Samuel Huntington ise meseleye kültürel boyuttan bakıyor ve Medeniyetler Çatışması fikrini ileri sürüyor: Yeni dünyada mücadelenin esas kaynağı, ideoloji ve ekonomi değil kültür olacaktır. Batı ile İslam arasında asırlardır var olan mücadele sürecektir. Hıristiyanlığın Ortodoks-Katolik bölünmesi kaçınılmazdır. Avrupa ve Kuzey Amerika dayanışmayı geliştirmeli, kültürleri, batınınkine yakın olan Doğu Avrupa ve Latin Amerika, Batı’ya dahil edilmelidir. Böylece, Çin ve İslam ülkeleri dışarıda bırakılmaktadır.


Huntington’a göre medeniyetler şu sebeplerden çatışacak: Medeniyetlerin tarih, dil, kültür, gelenek ve din konusunda farklı oluşları, zorunlu hale gelen göçler ve göç edenlerin oluşturduğu husumet, sosyal ve ekonomik değişimin insanları milli kimliklerinden kopartması. Bu da ulus devlet anlayışını zayıflatıyor. Medeniyet aidiyeti gelişiyor; İslamlaşma, Ruslaşma, Asyalılaşma, Hindulaşma gibi. Ekonomik bölgecilik artıyor. Bölgesel ekonomik bloklar, gelecekte daha önemli olacak.


Büyük Türkiye Hakimiyet Teorisine göre “Asya, Afrika ve Avrupa eski kara kütlelerinin bitişme noktasında yer alan Anadolu yarımadası, dünya kalesini, aynı zamanda dünyanın kalbini oluşturmaktadır. Anadolu yarımadası üç tarafı denizlerle çevrilidir, kıtaların en yücesi olan Asya dan bile yükseltisi fazladır. Genel özellikleri ile Anadolu tam bir kaleyi arındırmaktadır. Anadolu´nun dünya kalesi olarak nitelendirilmesi, şüphesiz boşuna değildir. Bu görüşü destekleyen birçok özelliği vardır. Çoğu Anadolu´nun coğrafi şartlarından kaynaklanır. Anadolu´nun coğrafi özellikleri ve bu özelliklerinin etkileri incelendiğinde dünyanın kalesi olduğu açıkça görülmektedir. Tarihin seyrini belirleyen medeniyetlerin yayılma bölgesi olmuştur. Büyük Türk Hakimiyeti diğer teorilerde olduğu gibi sadece bir güce dayanmaz. Bu teorinin gerçekleşmesi için kara, deniz ve hava gücünün birlikte geliştirilmesi gerekir.


Büyük Satranç Tahtası Teorisine göre; Türkiye ve İran Rus gücünün çekilmesinden faydalanarak Hazar Denizi – Orta Asya bölgesinde bir ölçüde etki kurma çabası içindedirler. Bu nedenden dolayı jeostratejik oyuncular olarak görülebilir. Ne var ki her iki ülke de ciddi iç sorunlarla karşı karşıyadır ve güç dağılımındaki büyük çaplı bölgesel değişiklikleri etkileme güçleri sınırlıdır. Onlar aynı zamanda rakiptirler ve birbirlerinin etkisini olumsuzlaştırma eğilimindedirler.


Bu satranç tahtasında Türkiye’nin rolleri de bellidir: Karadeniz bölgesinde istikrarı sağlamak, Akdeniz’e geçişi kontrol etmek, Rusya’yı Kafkasya’da dengelemek, İslami köktendinciliğe karşı bir panzehir olmak, NATO’nun güneydeki dayanak noktası olmak. İstikrarsız bir Türkiye, istikrarsız bir Balkanlar ve Kafkasya’da, Rusya’nın tekrar kontrolü ele alması anlamına gelecektir.


Eksen Ülkeleri Hakimiyet Teorisinde Türkiye´nin yeri nerededir ? ABD´nin Türkiye için öncelikleri nelerdir ? işte bu soruların cevapları da oldukça ilginçtir. Bu konuyu ABD´nin Türkiye analisti İstihbarat ve Araştırma Bürosu Güney Avrupa bölüm şefi Makovsky tarafından ele alınmıştır. Özetle Makovsky Türkiye´nin ideolojik eksenlere duyarlı bir devlettir. Sınır komşusu olduğu bölgelerden çoğunda, ABD çıkarları için hayati önem taşımaktadır. Türkiye komşularının lider kabul ettiği bir ülkedir. Türkiye aynı zamanda NATO´nun tek Müslüman devletidir. Türkiye herhalde hala İslam Dünyası´nın en demokratik ülkesidir. Ekonomi söz konusu olduğunda Türkiye uzmanlara meydan okumaktadır. Ortadoğu bölgesinde en önemli bir müttefiktir. Müslüman dünyasının İsrail´le ilişkilerin normalleştirilmesinde tavşan rolü üstlenmiştir. Türkiye terörü destekleyen ülkeler listesindeki üç ülke ile ( İran, Irak ve Suriye ) birden sınır komşusu olan tek dünya ülkesidir

.

Çemberi Hakimiyet Teorisinde Türkiye´nin yeri elbette önemlidir. Başta teorinin merkezi olarak nitelendirilen Kudüs şehri Türkiye´ye oldukça yakın olup dairesel olarak düşünüldüğünde Türkiye hakimiyet sahasının iç çember halkası içinde yer alır. Texe Marrs´ın ifadeleri ile Türkiye 65 milyonluk nüfusu ile dünyadaki ülkelerden farklı bir konuma sahiptir. Ortadoğu, Avrupa ve Afrika´yı birbirine bağlayan bir köprüdür. Türkiye de yaşanılan her gelişme dünyayı etkilemektedir. Türkiye sıradan insanların yaşadığı bir ülke değil, miras aldığı tarih, yüzyıllar boyunca global gelişmeleri etkilemiş, nüfusunu genç, eğitimli erkek ve kadınlardan oluşmaktadır. Türkiye´nin coğrafyası, insanları, dini ve potansiyeli, her zaman patlamaya hazır çalkantılı Ortadoğu coğrafyasında bulunmaktadır. Türkiye´de son yıllarda yaşanan ekonomik krizler ve siyasi entrikalar Marss´ı haklı çıkarıyor. Özellikle son yetmiş yıl gözden geçirildiğinde bu durum apaçık görülüyor. Bu komplo girişimlerin başında yönetici, zengin, ordu, bilim adamı ve halk zümreleri arasına nifak sokmak geliyor.


İşleyen Merkez ve Boşluk Teorisinde; Barnett küreselleşmenin yayılmasında Türkiye´den daha önemli bir rol oynayacak çok az ülke vardır. Sık sık bana sorulan bir soru var, “ Neden Türkiye, küreselleşmenin işleyen merkezi tanımınızda yer almıyor ?” Ben Türkiye´yi küreselleşmenin Entegre Olmamış Boşluğu tanımının ya da küresel ekonomi ile en az bağlantılı ve bu yüzden de kitlesel şiddet ve çatışma riskine en açık ülkeler grubu içine dahil ettim. Bunun üç nedeni var:


Birinci neden coğrafidir. Türkiye tam anlamı ile Avrupa, Ortadoğu ve Kafkaslar arasında bir köprü olup Soğuk Savaşın sona ermesinden beri belirtilen bölgelerde çıkan istikrarsızlıklarda en çok zararı gören ülke olmuştur.


İkinci neden Türkiye´nin uzun süredir NATO askeri birliğinin bir parçası olmasına rağmen AB üyesi olmamasıdır. Avrupa Türkiye´yi boşluk içindeki güçlere karşı askeri bir kalkan olarak kullanmak istemekte ancak merkezin ekonomik güç paylaşımına tam üye olarak layık görmemektedir.


Üçüncü neden Türkiye neden merkezde değil sorudur. Barnett ikinci nedeni tercih ettiğini Avrupa´nın Türkiye´yi birliğe kabul etme kararının sadece kendi çıkarlarını gözeten bir anlayışın içinde olduklarını söylemiştir. Barnett'e göre Türkiye küreselleşme rüzgarına kendini kaptırmış, merkezi dışındaki çevre ülke olarak boşluk ile işleyen merkez arasında bulunan sınır bölgesindedir, Türkiye işleyen merkez ülke değil ama boşlukta da olmamalıdır.

Francis Fukuyama da dünyaya Tarihin Sonu anlayışıyla bakıyor: Liberal demokrasi ''insanlığın ideolojik evriminin nihai noktası'' ve ''nihai insani hükümet biçimi''ni temsil etmektedir. Dolayısıyla ondan yana olanlar iyi olmayanlar kötüdür (Bush Doktrini). Başka ülkeler de bu seviyeye getirilmelidir (cebri demokratikleştirme?). Doğu Akdeniz, havza olarak bu mücadelenin alanlarından biridir.


Türkiye dünyanın önemli enerji kaynaklarına sahip Ortadoğu ve Hazar Havzası, deniz ulaşım yolları kavşağında Akdeniz Havzası, Karadeniz Havzası ve Türk Boğazları, Balkanlar, Kafkasya ve Orta Asya’nın merkezinde bulunur. Devlet kurma geleneği bulunan ve zengin bir tarihi kültürel mirastan beslenmekle beraber bugün 80 milyonu aşan nüfusu, Avrupa’nın Rusya’dan sonra en büyük ve ciddi ordusuna sahip olması ile ciddi caydırıcılık özelliğine sahip bir ülke olmasını sağlamıştır.


Türkiye bu coğrafi konum, jeopolitik ve jeostratejik faktörleriyle yalnız deniz gücüne önem vermesi uzun kara sınırlarının mevcudiyeti dolayısıyla tehdit yaratacaktır. Şimdiye kadar bir Uzay Ajansı ve Uzay Komutanlığı kurulmamış olması da çok ciddi bir eksiktir.


Kısacası Türkiye ve Doğu Akdeniz, çağlar boyu medeniyetlerin oluştuğu, büyük çatışmaların yaşandığı ve bugün de devam ettiği bu topraklar, neredeyse bütün jeopolitik, kültürel, iktisadi teorilerin merkezinde kalmaktadır.




KAYNAKÇA


Özey, R. , Kocalar, A.O. ,(2019). Siyasi Coğrafya. İstanbul: Aktif Yayınevi

İşcan, İsmail Hakkı, “Uluslararası İlişkilerde Klasik Jeopolitik Teoriler ve Çağdaş Yansımaları”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 1, Sayı 2 (Yaz 2004), s. 47-79

Erbaş, F. ,https://www.aa.com.tr/tr/analiz-haber/doguakdenizveturkiye


1.495 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
Yazı: Blog2 Post
bottom of page